Duygusuz..

Karanlık bir oda...
Perdeler sonuna kadar çekik...
Açmıyorum, ışık girmesin içeriye...
Yarısına kadar dolu bir fincan kahve...
Dün geceden kalmış, soğumuş...
Benim gibi...
Birazı dökülmüş masaya...
Kağıtlar kahverengi,
Masa kahverengi,
Ben kahverengi...
Aslında herşey kapkara...
Bir yudum alıyorum ondan...
İlk tadını vermiyor...
Umursamıyorum içiyorum onu...
Gözlerimin kapalı olduğunu farkediyorum sonra...
Usulca açıyorum...
Yine karanlık, hep karanlık...
Göremiyorum...
Bakıyorum,
Yine aynısı...
Sonra bir an birşeyler beliriveriyor...
Birşeyler kımıldıyor...
Heyecanlanıyorum...
Tanrım...
Biraz geç oldu sanırım ama yalnızlığı görüyorum...
Göre göre bunu görüyorum...
Lanet boş bir fincan ve bir de bu...
Nasılda tamamlıyorlar birbirlerini...
Tıpkı siyahın beni tamamladığı gibi...
Ayağa kalkıyorum, gözlerim açık ama...
Biraz perdeyi aralamayı düşünüyorum...
Bir tutam ışığa hasret...
Ürkek bir şekilde tutuyorum...
Hafifçe sağa doğru çekiyorum..
Aralıyorum...
Tanrım...
Dünya benden karanlık...
Zamanı yok saymak diyorum ya ben...
Hani o anlık yaşam sevinçleri ile...
Hayal kırıklıklarına dönüşmeden evvel...
Uykuya dalmadan evvel işte...
Yok...
Tanrım çok yorgun hissediyorum...
Ben mi yoruyorum kendimi,
Yoksa insanlar mı bitiriyor beni...
Olunabilinecek en karanlık oluyorum...
Kapatıyorum tüm kapıları...
Pencereler kilitli...
İçeride bekliyorum...
Dışarıda olanlar umrumda değil...
Herşeyden soyutluyorum...
Teknoloji yok...
Zili kökünden söküyorum...
Telefonu camdan dışarıya fırlatıyorum...
Biraz sonra da bilgisayarın fişini çekicem...
Ve bir nefes alıcam...
O nefese ihtiyacım var...
Ve aslında ben artık yokum...
Yok...

Hiç yorum yok: